Engelli bireylerin hakları dendiğinde, aslında akla gelmesi gereken insan haklarıdır. Engelli bireylerin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürmeleri, temel insan haklarından eşit yararlanmaları, topluma tam ve etkin katılımlarının önündeki engelleri kaldırmak ve uygun tedbirlerin alınma­sı amacı ile gerek uluslararası düzlemde gerekse mevzu­atımızda bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır. 2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı kanun ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi hemen akla gelen en önemli düzenlemelerdir.

Tıbbi Model

Bu gelişmeler karşısında, ülkemizde engellilik çalışmalarında insan hakları temelli anlayış zamanla gelişmekte birlikte, bugün hâlâ ağırlıklı olarak, engelli bireylere karşı yardım temelli bakış açısının baskın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yardım anlayışının temelinde yavaş yavaş uluslararası düzlemde terk edilen tıbbi yaklaşımın etkileri bulunmaktadır. Bu anlayışın temelindeki sorun, bizzat engelli bireyin kendisinden kaynaklanmaktadır. Kişi görmemekte veya yürüyememektedir ve sorun da budur. Yani sorun tıbbi bir sorundur. O halde, bu sorunu çözebilmek için tıbbi müdahale gerekir. Eğer tıbbi müdahale mümkün değilse veya sorun ortadan kaldırılamıyorsa, kişi­ye yardım eli uzatmak gerekir. Bu yaklaşım, kişileri normal, sağlam ve sağlıklı olanlar ile özürlü olanlar diye ayırmaktadır. Kişi özürlüdür, çünkü tam işlev görememektedir.

Sosyal Model

Zaman içerisinde tıbbi modelin bu sakıncalı yaklaşımının, engellilik meselesine doğru bir perspektif sunmaması üzerine, sosyal model adı verilen yaklaşım gelişmeye baş­lamıştır. Buna göre, tıbbi model sorunu doğru teşhis edememektedir. Bir kişinin yürüme, görme, duyma, konuşma gibi işlevleri tam olarak yerine getirebilmesi çok önemli hususlar değildir. Önemli olan, bu işlevlerin hangi durumlarda ge­rekli olduğudur. Örneğin, önemli olan yürüyebilmek değil, okula veya işe gidebilmektir; önemli olan konuşabilmek veya duyabilmek değil, iletişim kurabilmektir. Oysa top­lumsal yapı; yürüyebilme, görebilme, duyabilme, konuşabilme üzerine inşa edildiğinden, bu fonksiyonları tümden veya kısmen yerine getiremeyen kişiler toplumsal alandan dışlanmaktadır. Başka bir ifade ile, sorunun kaynağı kişinin kendisi değil, onu göz ardı eden toplumdur.

Kişileri engelli hale getiren engeller, sadece mimari en­geller değildir. Aslında bu engellerin hepsinin üstünde tutumsal engeller vardır. Bir ilköğretim okulunun erişilebilir olarak inşa edilmemiş olması; mimarın, bu okul projesini onaylayan bürokratların ve o okulu inşa eden firmanın, eğitim ortamlarında engellilerin çeşitli sıfatlarla bulunma­sını akıllarına dahi getirememesinden veya onları gözden çıkartabilmesindendir. Buna göre, tekerlekli sandalyeli bir çocuğun eğitim görmesi anlamsızdır; zira zaten iş bulup çalışması söz konusu değildir. Sosyal modelin olumsuz ta­rafı da sorunun çözümünde bireyin özgün gereksinimlerini; sözgelimi habilitasyon, rehabilitasyon ve sosyal destekler gibi, göz ardı etmesi, sadece toplumsal önyargılar düzleminde konuyu değerlendirmesidir.

İnsan Hakları Yaklaşımı

Bu iki yaklaşımdan farklı olarak gittikçe yaygınlaşan insan hakları yaklaşımı ise, engellilik meselesini bir insan hakla­rı meselesi olarak ele almaktadır. Bu yaklaşıma göre, so­run ne sadece kişinin kendisinden ne de sadece olumsuz tutumlar ve fiziksel çevreden kaynaklanmaktadır. Sorun engelli bireyin, herkesle birlikte aynı hak ve özgürlüklere sahip olduğunun kavranamamış olmasıdır. Bu yeni yak­laşım, meseleyi hukuksal bir düzleme taşıyarak, engelli bireylerin insan hakları hukuku araçlarını, ulusal ve ulus­lararası mahkemeleri ve denetim mekanizmalarını etkili başvurular yaparak kullanmalarını öngörmektedir.

Engellilerin İnsan Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi

Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi en önemli insan hakları belgeleridir. Özellikle Engellilerin İnsan Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi; temel insan hakları, özgürlükleri ve ilkelerini engellilik temelinde yeniden yorumlamış, taraf devletlerin almaları gereken tedbirlerin yanı sıra yükümlülüklerinin de çerçevesini çizmiştir. Türkiye bu sözleşme­nin tarafıdır ve anayasamızın 90. maddesi uyarınca ulusal mevzuatımızda kanun hükmündedir. Hatta kanunlar ile sözleşme arasında çelişki bulunması durumunda, Engel­lilerin İnsan Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi uygulanacaktır.

Sözleşmede yapılan engellilik tanımı oldukça geniş ve kapsayıcıdır. Sözleşmenin engellilik tanımı şöyledir: “Engelli kişiler, diğerleri yanında, çeşitli engellerle etkileşerek ki­şinin diğerleriyle eşit bir şekilde topluma tam ve etkili şe­kilde katılmasını engelleyen uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal sakatlığı olan kişileri de kapsar.” Görüldüğü gibi, bu tanımla engellilik bakımından, hem kişinin kendi niteliklerine hem de hayata tam katılımını olumsuz etkileyen diğer unsurlara gönderme yapılmıştır. Sözleşme ile koruma altına alınan hak ve özgürlükleri özetle sıralayacak olursak: Yaşam hakkı, risk durumlarında ve insani bakımdan acil durumlar, yasa önünde eşit tanınma, adalete erişim, kişi özgürlüğü ve güvenliği, işkence, insan­lık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz kal­mama, sömürü şiddet veya istismara maruz kalmama, kişi bütünlüğünün korunması, seyahat özgürlüğü ve uyrukluk, bağımsız yaşayabilme ve topluma dâhil olma, kişisel hareketlilik, düşünce ve ifade özgürlüğü ile bilgiye erişim, özel hayata saygı, hane ve aile hayatına saygı, eğitim, sağlık, habilitasyon ve rehabilitasyon, çalışma ve istihdam, yeterli yaşam standardı ve sosyal koruma, siyasal, toplumsal ve kültürel yaşama katılım, dinlenme, boş zaman aktiviteleri ve spor faaliyetlerine katılım. Görüldüğü gibi, hayatın her alanındaki akla gelebilecek her faaliyet, sözleşme kapsa­mında düzenlenmiştir.

Engelli Kadınların Hakları

Sözleşmenin önemli bir özelliği de, bugüne kadar engelli kadınlardan açıkça bahseden ilk uluslararası metin olma­sıdır. Sözleşmede engelli kadınların ve kız çocuklarının, engelli nüfus içerisinde daha dezavantajlı bir konumda olduğu ifade edilmiştir. Sözgelimi, giriş paragrafında en­gelli kadın ve kız çocuklarının ev içinde ve dışında şiddete uğramaya, yaralanmaya veya istismara, ihmale, ihmalkâr muameleye, kötü muameleye karşı daha çok risk altında olduğunun altı çizilmiştir. Sözleşmenin 3. maddesinde ka­dın ve erkek eşitliğine vurgu yapıldıktan sonra, 6. Madde­sinde de sadece engelli kadınlara yönelik bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre taraf devletlerin, engelli kadın­ların ve kız çocuklarının uğradıkları çok yönlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve insan hak ve özgürlüklerinden eşit yararlanmaları bakımından, almaları gereken tedbirler düzenlenmiştir. Kapsam bakımından burada sözleşmenin diğer maddelerinin engelli kadınlarla ilgili yorumunu yap­ma olanağı bulunmadığından, sadece her hak bakımından vazgeçilmez bir ilke olan erişilebilirlik kavramına vurgu yapmakla yetinilecektir.

Erişilebilirlik İlkesi

Erişilebilirlik, her hak ve her hakka ulaşmak bakımından vazgeçilmez bir ilkedir.

Erişilebilirliğin engelliler bakımından en kısa tanımı: En­gelli bireylerin bağımsız yaşayabilmelerini ve yaşamın tüm alanlarına tam ve etkin katılımını sağlamak ve engelli bi­reylerin, engelli olmayan bireylerle eşit koşullarda fiziki çevreye, ulaşıma, bilgi ve iletişim teknolojileri ve sistemleri dâhil olacak şekilde, bilgi ve iletişim olanaklarına, hem kır­sal ve hem de kentsel alanlarda halka açık diğer tesislere ve hizmetlere, evrensel tasarım ilkesiyle erişiminin sağlanmasıdır.

Ülkemizde Durum

Ülkemizde engellilerin erişilebilirliği hakkında yasal ve idari düzenlemeler yapılmışsa da gelinen son durumda, engellilerin erişilebilirliği halen önemli bir sorun olarak durmaktadır. Sözgelimi, Türk Standartları Enstitüsü engel­lilerin erişilebilirliği hakkında bazı çalışmalar yapmış olsa da standartlar tüm yapıları kapsamamaktadır. Örneğin, 9111 sayılı standart, sadece yapıları kapsamakta, alt ve üst yapıları kapsamamaktadır. Günümüzde erişilebilirliğin her birey için bir hak olduğu açıktır ve yapılan düzenlemelerin, farklı gereksinimleri bulunan her insan bakımından öngörülmesi anlamına gelen evrensel tasarım anlayışı da hizmetlerin sunulmasında ve tasarlanmasında vazgeçilmez bir ilkedir.

Başka bir anlatımla görme, işitme, ortopedik engelliler ve diğer dezavantajlı bireyler için yapılacak her düzenleme, aslında tüm insanlık için yapılmış sayılmaktadır. Örneğin, geçici sakatlıklar yaşayan ya da bebek arabasıyla hareket eden bir bireyin ihtiyaç duyacağı düzenlemeler ile engelli bireylerin ihtiyaç duyacağı düzenlemelerde, zaman zaman paralellik bulunmaktadır. Bu bakımdan hangi standartta hangi hükümlerin yer aldığı ve hangi tür engel gruplarının ne gibi düzenlemelere ihtiyaç duyabileceğini araştırmak, birçok disiplinin bir araya gelerek müşterek olarak ortaya koyacağı insan odaklı çalışmalarla belirlenebilir.

İnsan haklarına saygı göstermek, onları korumak ve yeri­ne getirmek, devletlerin, insan hakları ile ilgili bütün ulus­lar arası sözleşmelerde en başta yükümlülüklerindendir. Sözgelimi, şiddet gören bir engelli kadının, gerekli erişimin sağlanmaması durumunda kadın sığınma evine yerleşemeyeceği açıktır. Engellilerin en temel insan haklarına erişimi sağlanmadan, başta anayasamızda ve diğer kanunlarda belirtilen eşitlikten söz etmek olanaklı olmayacak­tır. Bu anlamda, karar alma sürecine yön veren aktörlerin, çağdaş insan hakları ilkeleri ışığında yasal düzenlemeleri yeniden yorumlamaları ve bu düzenlemelerin hayata geçirilmesinde ve uygulanmasında her türlü ayrımcılığa karşı mücadele konusunda kararlı bir tutum içerisinde politikalar üretmeleri gerekmektedir.

Kaynakça:

ARSLAN, Yekbun Geylani: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Av­rupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Bağlamında Ayrımcılık Yasağı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006.

CHOUDHRY, Sujit: Distribution VS. Recognition: The Case Of Anti-Discrimination Laws,Mc CRUDDEN, Christopher, Anti- Discrimi­nation Law, Dartmouth Publishing Company, s. 516/112.

DEMİR, Ahmet: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Türk Hu-kukunda Ayrımcılık Yasağı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2007.

FREDMAN, Sandra: Discrimination Law, Oxford University Press, 2002.

GÜL, İdil Işıl: Fiziksel Engellilerin Uluslar arası Hukukta Korun­ması ve Uluslar arası Standartların İç Hukuka Yansıması, Yayım­lanmamış Doktora Tezi, 2006.

GÜL, İdil Işıl ve KARAN, Ulaş: Ayrımcılık Yasağı Eğitim Rehberi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, Şubat 2011.

KARAN, Ulaş: Avrupa Birliği Ülkelerinde Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik Kurumları, Mattek Matbaacılık, Kasım 2009.

KORKUT, Levent: Ayrımcılık Karşıtı Hukuk, Cantekin Matbaası, Adres Yayınları, Ankara Şubat 2009.

TANAY, Gizem: Ayrımcılık Suçu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010.

YENİDÜNYA, Ahmet Caner: “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Ayırımcı¬lık Suçu”, Çalışma ve Toplum, Ekonomi ve Hukuk Der­gisi, Sayı:4, 2006.

Otobüse binmek isteyen tekerlekli sandalyeli bir kişi, şoför tarafından çok yer kaplayacağı için otobüse alınmıyor. Aynı işi yapan kadın işçi, erkek mesai arkadaşından daha düşük ücret alıyor. Roman vatandaşı olduğu gerekçesiyle kişi, alışveriş merkezine alınmıyor. Zihinsel engelli çocuğu olduğu için aileye ev kiralanmıyor. Görme engelli müşteriye banka, iki tanık olmadan işlem
yaptırmıyor. Hamile kalır diye kadın işçi işe alınmıyor. Oruç tutmuyor diye, restoran sahibi müşteriye hizmet vermiyor.

Aslında tüm bu muamelelere, kişi; cinsiyeti, engellilik hali, dini, etnik kökeni, mezhebi gibi nedenlerle maruz kalıyor. Temelinin basit önyargılar olduğu zannedilen bu tür muameleler, insan hak ve özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde faydalanılmasının önünde engel oluşturmaktadır.

AYRIMCILIK NEDİR?

Toplumda her birimiz sahip olduğumuz özelliklere göre kimlik kazanırız. İçinde yaşadığımız toplumda cinsiyet, yaş, etnik köken, mezhep gibi kişinin özelliklerine dayanılarak tanımlanan kimlikler, “biz” ve “öteki” kavramlarını yarat-mıştır. İşte bu noktada öteki olarak tanımladığımız kişilere karşı duyduğumuz önyargılar ayrımcılığın temelini oluştur­maktadır.

Ayrımcılık gerek ulusal gerekse uluslar arası metinlerle yasaklanmıştır. Örneğin; BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ile engelliliğe dayalı, BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ile cinsiyete da­yalı ve BM Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılma-sına İlişkin Sözleşme ile ırka dayalı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ise sözleşme ile düzenlenen haklar bakı­mından ayrımcılık yasaklanmıştır.

Ulusal mevzuata baktığımızda; Anayasa’nın 10. maddesi ile “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesi benimsenmiş, 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesi ile ayrımcılık suçu düzenlenmiş ve 5378 sayılı kanun ile en­gelliliğe dayalı ayrımcılık yasaklanmıştır. İş Kanunu’nun

5. maddesi ile ise “Eşit Davranma İlkesi” başlığı altında iş ilişkisinde ayrımcılık yasaklanmıştır.

Ayrımcılık, aynı veya benzer durumdaki kişilere karşı fark­lı muamelede bulunmak şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, farklı durumdaki kişilere karşı aynı muamelede bulunula-rak da ortaya çıkabilir.

-Aynı veya benzer durumdaki kişilere karşı farklı muamele derken kastedilen, diğer bütün koşulları aynı olduğu halde, örneğin, aynı okuldan mezun olan, yabancı dil seviyesi ve diğer bütün koşulları aynı olan kadın ve erkek işçilerden, iş başvurusunda yalnızca erkek işçilerin tercih edilmesi,

-Farklı durumdaki kişilere karşı aynı muamele ise, işye­rinde, anne olan işçiye süt izni verilmemesi ya da görme engelli bireyin üniversite sınavında şekilli sorulardan da sorumlu tutulması şeklinde olabilir.

Ayrımcılık her zaman farklı muamele sonucu olmayabilir. Bazen aynı muamele de ayrımcılığa neden olmaktadır. Üni­versite sınavında herkese eşit süre verilmesi, görünüşte eşitlikçi bir davranış olmakla birlikte, soruların okunduğu görme engelli öğrenciler açısından dezavantaj oluştur­maktadır. Böylesi bir durumda, görme engelli öğrencilere sınavda fazla süre verilmesi, yani farklı muamelede bulu­nulması ayrımcılığı önlemektedir.

Aynı veya benzer konumda olan kişiler arasında yapılan farklı muamele, ancak farklı muamelenin meşru bir ama-cının olması, yani, haklı bir nedene dayanması halinde ay­rımcı muamele olmaktan çıkabilir. Yukarıdaki örneklerde olduğu üzere, çalışan anneye bebeğini emzirmesi için izin verilmesi ve görme engelli öğrenciye sınavda fazla süre verilmesinde haklı bir neden olduğundan, farklı muamele olmasına rağmen ayrımcı muamele bulunmamaktadır.

AYRIMCILIK TÜRLERİ

Doğrudan Ayrımcılık

Gerçek veya tüzel bir kişi ya da topluluğun, hak ve özgür­lüklerden aynı veya benzer konumdakilere kıyasla eşit şe­kilde yararlanmasını engelleyen veya zorlaştıran her türlü farklı muamele ile doğrudan ayrımcılık ortaya çıkmaktadır.

Doğrudan ayrımcılıkta, haklı bir neden olmaksızın aynı veya benzer durumdakilere farklı muamele söz konusudur.

Örneğin, görme engelli öğrencilerin sınavlarda şekilli so­rulardan muaf tutulmaları ortada haklı bir nedenin olması nedeniyle diğer öğrenciler aleyhine ayrımcı bir muamele sayılmamakta iken, üniversite tercih kitapçığında “Okulu-muza engelli öğrenci kabul edilmeyecektir.” şeklinde bir açıklama buşunması meşru amaç olmadığından engellili­ğe dayalı doğrudan ayrımcılık oluşturur.

Yine, herhangi bir etnik gruba mensup bireylerin restorana alınmaması, aynı iş için kadınlara erkeklerden daha düşük ücret ödenmesi, doğrudan ayrımcılık örnekleri arasında sayılabilir.

Doğrudan ayrımcılığın tespit edilmesi daha kolaydır.

Doğrudan ayrımcılığın unsurları:

  • Kişilerin aynı veya benzer konumda olmaları zorunluluğu,
  • Kişiler arasında farklı muamelede bulunulması,
  • Farklı muamelenin haklı bir nedene dayanmaması.

Bir kişinin ayrımcılığa maruz kalıp kalmadığının tespiti için karşılaştırma ölçütüne de ihtiyaç vardır. Söz konusu kişiye yapılan muamele ile, başka bir kişiye yapılan veya yapılacak olan muamelenin kıyaslanması gerekmektedir.

Daha önce de belirtildiği üzere, eşitliğin sağlanabilmesi ve ayrımcılığın tespitinde karşılaştırma yapılması gerekmek­tedir. İşyerinde farklı ücret alan kadın ile erkek arasında ayrımcı bir muamelenin olup olmadığını saptarken kullanı­lacak karşılaştırma ölçütü, yani aynı veya benzer konumda olan kişinin kim olacağı belirlenirken, erkek yerine, aynı sektörde ya da aynı koşullarda çalışan kadınlarla değer­lendirme yapılamaz. Çünkü böyle bir durum yanlış karşı­laştırma ölçütünün seçilmesi nedeniyle yanlış sonuçlar doğuracaktır. Bu durumda seçilmesi gereken kişi, aynı iş ve koşullarda çalışan bir erkek olmalıdır.

Örneğin, hamile kalan bir kadının, bu sebeple işten çıka­rılması ile ilgili ayrımcılık iddiasında karşılaştırma ölçütü, hastalık nedeniyle aynı süre işten izin alan erkek çalışan olmalı, ayrımcılığın tespitinde ise erkek çalışanın aynı mu­ameleye maruz kalıp kalmadığına bakılmalıdır.

Dolaylı Ayrımcılık

Doğrudan ayrımcılık, genel olarak muamelenin aynı olma­sı ile ayrımcılık yasağının ihlal edilmediğini savunmaktadır. Ancak; kişilerin sahip oldukları farklı özellikler, bazı durum­larda farklı muameleye tabi tutulmalarını gerektirebilir.

Bu durumda, kişiler arasında yapılan farklı muamele ka­dar, bazen aynı muamele de eşitliğe aykırı sonuçlar doğur-maktadır.

Ayrımcılık, birbirinden farklı konumdaki kişilere karşı farklı şekilde davranılmaması nedeniyle, dolaylı bir biçimde or­taya çıkabilir.

Dolaylı ayrımcılık, görünüşte tarafsız olan bir hükmün, uy-gulamanın ya da ölçütün belli bir gruba ait kişileri, diğer kişilere oranla dezavantajlı bir durumda bırakmasıdır.

Örneğin; işverenin iş için getirdiği şartlar bazı durumlar­da dolaylı ayrımcılığa neden olabilmektedir. Bir iş için boy, yaş sınırı getirmek ya da seyahat engeli bulunmamak, sü­rücü belgesine sahip olmak gibi şartlar öne sürmek, bazı durumlarda belli gruplar için ayrımcılık yaratmaktadır. İş­veren tarafından aranan şartların, işin niteliği bakımından zorunlu olması halinde ayrımcı muameleden bahsedeme-yiz. Şoför arayan bir işveren için, başvuranlarda sürücü belgesine sahip olma şartı aranması zorunluluktur. Ancak işveren tarafından sekreterlik ya da bilgisayar operatörlü-ğü için sürücü belgesine sahip olma şartı aranması, her­kese uygulanan eşit bir muamele gibi görünse dahi, hiçbir zaman sürücü belgesi alamayacak olan görme engelliler için ayrımcı muamele oluşturmaktadır.

Aynı şekilde, işveren tarafından, diksiyon şartı aranması işin gereği değilse, konuşma bozukluğu olan ya da resmi dili iyi konuşamayan bireyler açısından ayrımcılık oluşturmaktadır.

Dolaylı ayrımcılıkta, doğrudan ayrımcılıkta olduğunun aksi­ne farklı muamelenin yapılmaması ayrımcılığı doğurmaktadır. Hukuk fakültelerine eskiden sosyal puanla öğrenci alınırken, Türkçe- matematik puanı ile öğrenci alınmaya başlanması, görünüşte ayrımcı bir muamele değilken, iyi matematik eğitimi alamayan görme engelli öğrenciler için dolaylı ayrımcılık örneği oluşturmaktadır.

Temelde kabul edilmesi gereken, herkese eşit davranılması-nın, toplum içinde eşitsizliğe neden olabileceği gerçeğidir.

Dolaylı ayrımcılığın unsurları:

  • Görünüşte tarafsız bir uygulama ya da kural olmalı,
  • Bu kural ya da uygulama, olumsuz sonuçlar doğurmalı ya da böyle bir ihtimal yaratmalı,
  • Uygulama ve kuralın meşru bir nedeni olmamalıdır.

Dolaylı ayrımcılık

  • Grup üzerinde etkili olarak ortaya çıkabilir.

Bu durumda bazı düzenlemelerin, belli gruplar üzerinde daha dezavantajlı sonuçlar doğurması mümkün olmakta­dır.

  • Kurala istisna getirilmemesi yoluyla gerçekleşebilir.

Engellilere askerlik ya da resim dersi muafiyeti verilme­mesi gibi.

  • Makul uyumlaştırma yapılmaması yoluyla da dolaylı ay­rımcılık mümkün olabilir.

Bu durumda ise, toptan bir muafiyet değil, şartların kişi­ye özel olarak uyarlanması talep edilmektedir. Örneğin, görme engelli öğrenciler için sözlü sınav yapılması ya da işveren tarafından, fiziksel engelli bir çalışana tekerlekli sandalyesine uygun masa alınması.

Makul Uyumlaştırma

Engellilerin, tüm insan haklarını ve temel özgürlüklerini diğerleriyle eşit şekilde kullanmasını veya bunlardan ya­rarlanmasını sağlamak üzere somut durumda ihtiyaç du­yulan, ölçülü ve aşırı bir yük getirmeyen, gerekli ve uygun

değişiklik ve uyarlamalara makul uyumlaştırma denilmek-tedir.

Günümüzde makul uyumlaştırmanın, yalnızca engelli bi­reyler açısından değil, diğer dezavantajlı gruplar açısından da mümkün olduğu kabul edilmektedir.

İşyerinin fiziksel engelli çalışana uygun hale getirilmesi, makul uyumlaştırmaya örnek olabileceği gibi, çalışma sa-atlerinin düzenlenmesi ya da ders materyallerinin görme engelli öğrenciye uygun hazırlanması da örnekler arasın-dadır.

Makul uyumlaştırma yapılmaması nedeni ile ayrımcılığın unsurları;

  1. Uyumlaştırmayı yapma yükümlülüğü altında olan ta­rafın, buna ihtiyacı olan kişinin durumu hakkında bilgi sahibi olması.

Bu koşulun sağlanması için, örneğin görme engelli birey, işyerinde çalışabilmek için özel bir donanıma (sesli prog­ram yüklenmiş bilgisayar gibi) ihtiyaç duyuyorsa, bu talebin işverene bildirilmesi gerekmektedir.

  • Uyumlaştırmanın makul olması ve uyumlaştırma yü­kümlülüğü altında olan kişi bakımından aşırı bir yük getirmemesi.

Uyumlaştırma talebinin, talep edilen kişi tarafından kar-şılanabilir oranda olması gerekmektedir. Örneğin, bir bi­nanın üçüncü katında bulunan işyerinin başka bir binaya taşınmasını istemek, makul olmayan bir taleptir.

  • Uyumlaştırmanın üçüncü kişiler açısından faaliyetlerin gerçekleştirilmesini önemli ölçüde güçleştirmemesi.
  • Uyumlaştırmanın imkânsız olmaması.

Uyumlaştırma talebi gerçekleştirilebilir olmalıdır. Örneğin, tarihi bina niteliğinde bulunan bir okulda okurken, binanın mimarisinin değiştirilerek binaya asansör yapılmasının talep edilmesi, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir taleptir.

Taciz

Taciz, insan haysiyet ve itibarının çiğnenmesi amacını ta­şıyan veya o sonucu doğuracak ya da yıldırıcı, düşmanca, başkalarının gözünde alçaltıcı, aşağılayıcı bir durum yara­tacak, kasıtlı veya kasıtsız her türlü davranıştır.

Bir davranış, hakaret içeren şaka ya da aşağılayıcı sözler taciz olabilir. Örneğin, işverenin işçisine fiziksel görünü-şüyle ilgili şaka yapması halinde taciz gerçekleşmiş olur. Bazen bakış bile tacize girebilmektedir. Bunun yanında, taciz tek bir davranışla gerçekleşebileceği gibi, zamana ya­yılmış davranışlar dizisi ile de gerçekleşebilir.

İşitme engelli işçinin, iş arkadaşları tarafından üzerine ka­lem atılarak çağrılması, tacizin yalnızca işveren tarafından yapılmayacağının bir göstergesidir.

Yapılan davranışın onur kırıcı veya aşağılayıcı etkisi olması, tacizin varlığı için yeterli bir unsurdur. Yani davranışın ama­cı taciz olmasa bile, bu tür bir sonuç doğurduğu hallerde tacizin varlığı kabul edilmelidir.

Farklı bir etnik gruba mensup olduğu bilinen bir ailenin, yaşadığı evin kapısının işaretlenmesi tacize girdiği gibi, bel­li bir mezhebe ilişkin hakaret içeren sözlerin yazılı olduğu pankartların asılması da taciz kapsamında değerlendirilir.

Tacizin doğrudan ve dolaylı ayrımcılık türlerinden farkı, be-lirlenmesinde aynı veya benzer durumdaki bir karşılaştır­ma bireyine ihtiyaç duyulmamasıdır.

Tacizin yasaklanmasındaki amaç, hak ve özgürlüklerden yararlanırken, bu yararlanmanın insan onuruna yaraşır bir ortamda gerçekleşmesidir.

Çoklu Ayrımcılık

Bir kişi farklı alanlarda farklı temelde ayrımcılığa uğrayabi-leceği gibi, tek bir olayda birden fazla temelde ayrımcılığa da maruz kalabilir. Bu durumda çoklu ayrımcılık söz konusu­dur. Eşcinsel ve göçmen kadın ve engelli olan bireyler çoklu ayrımcılığa maruz kalan gruplara örnek gösterilebilir.

Dolayısıyla Ayrımcılık

Bireyin kendisi ile ilgili değil, yakın ilişkide olduğu bir kişi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalması halinde dolayısıyla ayrımcılık söz konusu olur.

Örneğin, çocuğu engelli olan bir kadının, işi aksatacağı dü­şüncesiyle işe alınmaması durumunda, eşi farklı bir etnik gruba mensup olan bir bireye ev kiralanmaması ya da farklı dine mensup garson çalıştırdığı için restorana gidilmemesi durumunda dolayısıyla ayrımcılık söz konusu olur.

Mağdurlaştırma

Ayrımcılık türlerinden herhangi biri ile ilgili yapılan başvu­ru ya da açılan dava sebebiyle de ayrımcılığa uğranabilir.

Mağdurlaştırma, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesinin çiğ-nendiği iddiası ile, idari şikâyet ya da yargı yoluna başvu-ran bireylerin, bu girişimlerinin önlenmesi, girişimde bu-lunmalarından dolayı cezalandırılmaları gibi bir nedenle olumsuz bir tutum ya da davranışla karşı karşıya kalması durumudur.

Mağdurlaştırmaya uğrayan, kendisine ayrımcılık yapılan bireyler olabileceği gibi, bir şikâyet ya da dava nedeniyle delil sunan, şikâyette bulunan veya dava açan üçüncü kişi­ler de olabilir. Mağdurlaştırma, bir ayrımcılığın ortaya çık­masını engellemek ya da cezalandırmak şeklinde ortaya çıktığından ayrımcılık eylemi sayılmaktadır.

Ülkemizde, İş Kanunu ile işçinin işverene karşı yasal yol­lara başvurduğu hallerde işten çıkarılması yasaklanmıştır.

Geçici Özel Önlem

Ayrımcılık konusunda, toplumda belki de en çok duyulan kavram “pozitif ayrımcılık” olarak bilinen “geçici özel ön-lem”dir. Özel önleme ihtiyaç duyulmasının nedeni, eşitliğin sağlanabilmesi için, ayrımcılık yasağının yanı sıra, ayrım­cılığa maruz kalma riski taşıyan, toplumun dezavantajlı gruplarına mensup kişilerin (engelliler, kadınlar gibi), özel olarak desteklenmesi gerekliliğidir.

İstihdam alanında engellilere kota uygulaması gibi, siya­si partilerin seçimlerde kadın kotası uygulaması da buna örnek olabilir. İlk bakışta bu durum eşitsizlik gibi görünse de, aslında fiili eşitsizliği gidermeye yönelik bir geçici özel önlemdir.

Kabul edilmelidir ki, iş bulma konusunda bir kadın ile er­kek aynı koşullara sahip olmadığı gibi, engelli bir kişi ile engelsiz kişinin de aynı koşullara sahip olmadığı bir ger­çektir.

Bu noktada toplumda dezavantajlı olduğu düşünülen kişi­ler açısından geçici özel önlemler alınması, eşitlik ilkesi-ne aykırılık teşkil etmemektedir; çünkü bu farklı muamele haklı nedenlerin bir sonucudur. Tersi bir durum ise, fiili eşitsizliği korumak anlamına gelmektedir.

AYRIMCILIĞI NASIL TESPİT EDERİZ?

Yaşamda karşılaşılan davranış ya da uygulamaların ayrım­cılık olup olmadığı; davranışın, farklı bir muamele mi yoksa ayrımcı bir muamele mi olduğunun tespiti ile mümkündür.

Farklı muamele ile ayrımcı muamele arasındaki farklar “Farklı muamele”, aynı veya benzer durumda olan bireyle­re yöneltilen davranışların aynı olmaması halidir. Farklı muamelenin bazı koşulların varlığı halinde ayrımcı­lığa neden olmadığı kabul edilmektedir. Bu durumda, bireyler arasında yapılan her farklı muamele, ayrımcılığın ihlali anlamına gelmemektedir. Farklı muamelenin ayrımcı olup olmadığının tespitinde önemli olan iki husus bulunmaktadır.

  • Davranışın yöneldiği kişilerin aynı veya benzer durumda olmaları.
  • Aynı işyerinde çalışan iki işçi aynı durumdadırlar.
  • Aynı veya benzer durumda olan bireylere farklı mua­melede bulunulmasının haklı bir sebebe dayanmaması zorunluluğu.

A sendikasına üye işçinin sendikal faaliyette bulunması nedeniyle işten çıkartılıp, B sendikasına üye işçinin işten çıkartılmamasında farklı davranışın haklı bir sebebi bulun­mamaktadır.

Ancak farklı muamelenin eşitliği sağlamayı veya ayrımcı­lığı ortadan kaldırmayı amaçladığı hallerde, görme engelli bireye sınavda daha uzun süre verilmesi ya da seçimlerde kadın kotası uygulanması halinde, farklı muamele ayrımcı­lık oluşturmamaktadır.

Farklı muameleyi, ayrımcı muameleden ayıran bir unsur, haklı nedenin olmasıdır. Ancak haklı neden yani meşru amaç, toplumdan topluma değişebileceği gibi, aynı top­lumda zaman içinde de değişebilir.

Örneğin, geçmişte bazı meslek gruplarına kadınların alın­maması, kadını korumak amacıyla ayrımcı bir muamele sayılmazken, günümüzde bu tür meslek grupları için kadı­nı koruma nedeni, haklı bir neden sayılmamakta ve kadın­ların bu tür işlerde çalıştırılmaması ayrımcılık olarak kabul edilmektedir.

Haklı nedene dayanan farklı muamelenin ayrımcılık sayıl-mamasının bir başka koşulu ise farklı muamelenin orantılı olmasıdır.

Sonuç olarak, uğranılan farklı muamelenin haklı bir nedeni bulunmuyorsa, bu davranış ayrımcı muamele olacağı gibi, farklı muameleyi gerektiren haklı bir nedenin varlığı halin­de, farklı davranılmaması da ayrımcılık oluşturur.

AYRILIK SUÇ MU?

Ayrımcılık, Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesinde “Nef-ret ve Ayırımcılık” suçu olarak düzenlenmiştir.

MADDE 122. – (1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasî düşünce, felsefî inanç, din veya mezhep farklılığın­dan kaynaklanan nefret nedeniyle,

  1. Kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,
  2. Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yarar­lanmasını
  3. Bir kişinin işe alınmasını,
  4. Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını,

Engelleyen kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

TCK’nın 122. maddesi ile; işe almama, taşınır ya da ta­şınmaz mallara ilişkin hakların engellenmesi, kamuya arz edilmiş hizmetten faydalanmanın engellenmesi gibi fiille-rin ancak dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kay­naklanan nefret nedeniyle yapılmasının suç teşkil edeceği düzenlenmiştir.

Burada belirtilmesi gereken, ayrımcılık mağdurunun, maddede sayılan ayrımcılık nedenlerinden birine dâhil ol­masa bile, fail tarafından böyle algılanması halinde suçun yine de gerçekleşmiş olacağıdır. Örneğin, engelliliğe dayalı ayrımcılık iddiasının tespitindeki ölçüt, bireyin kanunen (% 40’ın üzerinde) engelli olup, olmadığı değil, ayrımcı mua­melede bulunan kişinin bireyi engelli olarak algılayıp algı-lamadığıdır.

Kişinin varsayılan özelliği nedeniyle ayrımcılık suçu mağ-duru olması, bütün diğer ayrımcılık nedenleri için de ge­çerlidir. Örneğin, fail tarafından kişinin eşcinsel ya da farklı bir etnik gruba dâhil olduğu zannıyla yapılan davranış, di­ğer unsurların varlığı halinde suç oluşturmaktadır.

Maddede, yalnızca doğrudan ayrımcılık hali cezalandırılmaktadır.

Kanuna göre suç sayılan haller:

  1. Kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasının, devrinin veya kiraya verilmesinin engel­lenmesi.

Sahibi olduğu evi farklı bir etnik gruba mensup kişiye sat-mamak, bu suçun gerçekleştiği anlamına gelebileceği gibi, sözleşme özgürlüğü çerçevesinde kişi evini istediği kişiye de satabilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, ev sa­hibinin satışı yalnızca kişinin farklı etnik gruba mensubiye-tinden dolayı engellemesidir.

Yine daha önce verdiğimiz örnekten hareketle, zihinsel en­gelli çocuğa sahip bir aileye ev kiralamak istemeyen ev sa­hibi de aynı durumdadır.

  • Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yarar­lanmasını engellemek.

Kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmanın reddedilme-si, eğitim, ulaşım, adalet, sağlık gibi haklar ile ilgili tüm hizmetler için geçerlidir. Eğitim, adalet, sağlık, sosyal gü­venlik, yaşama standardı, kültürel yaşama katılma gibi hiz­metler bu kapsamdadır.

Tekerlekli sandalyeli bir engellinin otobüse alınmaması, farklı bir dine mensup öğrencinin okula alınmaması, farklı mezhepten olduğu düşüncesiyle kişinin tedavisinin yapıl-mak istenmemesi gibi durumlarda ayrımcılık suçu oluşa­caktır.

  • Bir kişinin işe alınmasını engellemek.

İş ilişkisinde işveren istediği kişiyle iş sözleşmesi yapabi­lir. Burada işverenin, keyfi olarak bireyler arasında ayrım gözeterek kişileri işe alması veya almaması suç olarak dü­zenlenmiştir.

Örneğin, bir işveren başvuruda bulunan iki kişi arasından, siyasi görüşüne yakın hissettiği kişiyi, yalnızca bu nedenle tercih ediyorsa, burada ayrımcılık suçunu işlemiş olacaktır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki başvuru aşamasında, dini inanç, engellilik durumu gibi soruların sorulması, özel hayatın gizliliğinin ihlali olmakla birlikte, başlı başına ayrımcı bir muameledir ve maddenin kapsamına girmektedir.

  • Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engellemek,

“Olağan ekonomik faaliyet” kavramı, bireyin her türlü alış­veriş ve sözleşme ilişkilerini kapsamaktadır.

Bu noktada, eşcinsel olduğu gerekçesiyle bireye ürün sa-tılmaması, bankada işlem yapan görme engelliden tanık istenmesi, farklı ırktan bir kişi tarafından açılan restorana gidilmeyerek kapatılmasının sağlanması ya da herhangi bir bölgede farklı dine mensup bir kişi tarafından market açılmasının önlenmesi için dükkân kiralanmaması halinde bireyin olağan ekonomik etkinlikte bulunması engellenmiş olacaktır.

Aynı şekilde, “Bu mağazadan X’ler alışveriş yapamaz.” şeklinde bir yazı asılması, doğrudan ayrımcı bir muame­le olduğu gibi, aynı zamanda ceza kanunu açısından suç oluşturmaktadır.

Yukarıda sayılan davranışlar, ancak kişiler arasında dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle gerçekleştirilirse suç oluşmaktadır. Bu durumda ise, “faildeki nefret duygusunun” ispatının nasıl mümkün olacağı sorunu karşımıza çıkmaktadır.

Ayrımcılık, her ne kadar ceza kanunu ile suç olarak düzen-lenmişse de:

  • Ayrımcı muamele gördüğünü ispatlamak mağdura düş-mektedir.
  • Yalnızca doğrudan ayrımcılık cezalandırılmıştır. Dolaylı ayrımcılık, taciz, dolayısıyla ayrımcılık, mağdurlaştırma ve makul uyumlaştırma yapmama sonucu ayrımcılık, madde kapsamı dışında bırakılmıştır.
  • Maddede 2014 yılında yapılan değişiklik ile; suçun ta­nımı daraltılmış, ayrımcılık nedenlerinden “benzeri sebepler” ibaresi çıkarılmış, muamelenin “nefret nedeniyle” yapılması şartı getirilmiştir.
  • Tüm hak ve özgürlükler değil, yalnızca bazı haklar bakı­mından ayrımcı muamele suç oluşturduğundan, birçok hak ve özgürlük koruma dışında kalmıştır.

AYRIMCILIK KARŞISINDA BAŞVURULABİLECEK YOLLAR NELERDİR?

  • İlgili sivil toplum örgütüyle iletişime geçilebilir.

Böylece hem uğranılan ayrımcı muamele belgelenmiş, hem de mağdur açısından izlenecek yasal yollar hakkında ayrıntılı bilgi ve yardım alma imkânı doğmuş olacaktır.

  • Kamu Denetçiliği Kurumuna şikâyette bulunulabilir.

Kurumun görev alanına giren konularda dilekçeyle ya da e-başvuru halinde, kurum tarafından şikâyetler incelenir, araştırılır ve önerilerde bulunulur.

Adres: Kavaklıdere Mah. Nevzat Tandoğan Cad. No: 4 Çan-kaya/Ankara

Tel: 0 (312)465 22 00

  • İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları’na başvuruda bulunula­bilir.

İllerde valilik, ilçelerde kaymakamlık aracılığıyla hak ihlal-lerine ilişkin yapılan başvuru neticesinde, kurul tarafından araştırma, inceleme ve değerlendirme yapılarak sorunun çözümüne yönelik önerilerde bulunulur.

  • TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna başvuru­da bulunulabilir.

Temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddiasıyla, komisyona di­lekçe ile başvuruda bulunulabilir.

  • Maddi ya da manevi tazminat davası açılabilir.

Ayrımcı muamele nedeniyle herhangi bir zarar söz konusu ise, mağdur bu yola başvurabilir.

  • Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunulabi­lir.

Uğranılan ayrımcı muamele, aynı zamanda ceza kanunu ile düzenlenen ayrımcılık suçunu oluşturuyorsa, kamu davası açılması için savcılıklara suç duyurusunda bulunulabilir.

Son olarak belirtmek gerekir ki kişi, ayrımcı muamele id­diasıyla, yukarıda belirtilen yollardan hepsine aynı anda başvuruda bulunabilir. Bu sayede ihlal, tüm mekanizma-lara duyurulmuş ve ilgili raporlara yansımış olacağından, ihlalin önlenmesi noktasında zorlayıcı bir güç oluşacaktır.

Engelli kadın olarak uğradığınız şiddet ve hak ihlallerini, web sitemiz, Facebook, Twitter ya da e-posta aracılığıyla Engelli Kadın Derneği’ne bildirebilirsiniz.

Yakınlaştır / Uzaklaştır