Engelli bireylerin hakları dendiğinde, aslında akla gelmesi gereken insan haklarıdır. Engelli bireylerin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürmeleri, temel insan haklarından eşit yararlanmaları, topluma tam ve etkin katılımlarının önündeki engelleri kaldırmak ve uygun tedbirlerin alınması amacı ile gerek uluslararası düzlemde gerekse mevzuatımızda bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır. 2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı kanun ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi hemen akla gelen en önemli düzenlemelerdir.
Tıbbi Model
Bu gelişmeler karşısında, ülkemizde engellilik çalışmalarında insan hakları temelli anlayış zamanla gelişmekte birlikte, bugün hâlâ ağırlıklı olarak, engelli bireylere karşı yardım temelli bakış açısının baskın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yardım anlayışının temelinde yavaş yavaş uluslararası düzlemde terk edilen tıbbi yaklaşımın etkileri bulunmaktadır. Bu anlayışın temelindeki sorun, bizzat engelli bireyin kendisinden kaynaklanmaktadır. Kişi görmemekte veya yürüyememektedir ve sorun da budur. Yani sorun tıbbi bir sorundur. O halde, bu sorunu çözebilmek için tıbbi müdahale gerekir. Eğer tıbbi müdahale mümkün değilse veya sorun ortadan kaldırılamıyorsa, kişiye yardım eli uzatmak gerekir. Bu yaklaşım, kişileri normal, sağlam ve sağlıklı olanlar ile özürlü olanlar diye ayırmaktadır. Kişi özürlüdür, çünkü tam işlev görememektedir.
Sosyal Model
Zaman içerisinde tıbbi modelin bu sakıncalı yaklaşımının, engellilik meselesine doğru bir perspektif sunmaması üzerine, sosyal model adı verilen yaklaşım gelişmeye başlamıştır. Buna göre, tıbbi model sorunu doğru teşhis edememektedir. Bir kişinin yürüme, görme, duyma, konuşma gibi işlevleri tam olarak yerine getirebilmesi çok önemli hususlar değildir. Önemli olan, bu işlevlerin hangi durumlarda gerekli olduğudur. Örneğin, önemli olan yürüyebilmek değil, okula veya işe gidebilmektir; önemli olan konuşabilmek veya duyabilmek değil, iletişim kurabilmektir. Oysa toplumsal yapı; yürüyebilme, görebilme, duyabilme, konuşabilme üzerine inşa edildiğinden, bu fonksiyonları tümden veya kısmen yerine getiremeyen kişiler toplumsal alandan dışlanmaktadır. Başka bir ifade ile, sorunun kaynağı kişinin kendisi değil, onu göz ardı eden toplumdur.
Kişileri engelli hale getiren engeller, sadece mimari engeller değildir. Aslında bu engellerin hepsinin üstünde tutumsal engeller vardır. Bir ilköğretim okulunun erişilebilir olarak inşa edilmemiş olması; mimarın, bu okul projesini onaylayan bürokratların ve o okulu inşa eden firmanın, eğitim ortamlarında engellilerin çeşitli sıfatlarla bulunmasını akıllarına dahi getirememesinden veya onları gözden çıkartabilmesindendir. Buna göre, tekerlekli sandalyeli bir çocuğun eğitim görmesi anlamsızdır; zira zaten iş bulup çalışması söz konusu değildir. Sosyal modelin olumsuz tarafı da sorunun çözümünde bireyin özgün gereksinimlerini; sözgelimi habilitasyon, rehabilitasyon ve sosyal destekler gibi, göz ardı etmesi, sadece toplumsal önyargılar düzleminde konuyu değerlendirmesidir.
İnsan Hakları Yaklaşımı
Bu iki yaklaşımdan farklı olarak gittikçe yaygınlaşan insan hakları yaklaşımı ise, engellilik meselesini bir insan hakları meselesi olarak ele almaktadır. Bu yaklaşıma göre, sorun ne sadece kişinin kendisinden ne de sadece olumsuz tutumlar ve fiziksel çevreden kaynaklanmaktadır. Sorun engelli bireyin, herkesle birlikte aynı hak ve özgürlüklere sahip olduğunun kavranamamış olmasıdır. Bu yeni yaklaşım, meseleyi hukuksal bir düzleme taşıyarak, engelli bireylerin insan hakları hukuku araçlarını, ulusal ve uluslararası mahkemeleri ve denetim mekanizmalarını etkili başvurular yaparak kullanmalarını öngörmektedir.
Engellilerin İnsan Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi
Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi en önemli insan hakları belgeleridir. Özellikle Engellilerin İnsan Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi; temel insan hakları, özgürlükleri ve ilkelerini engellilik temelinde yeniden yorumlamış, taraf devletlerin almaları gereken tedbirlerin yanı sıra yükümlülüklerinin de çerçevesini çizmiştir. Türkiye bu sözleşmenin tarafıdır ve anayasamızın 90. maddesi uyarınca ulusal mevzuatımızda kanun hükmündedir. Hatta kanunlar ile sözleşme arasında çelişki bulunması durumunda, Engellilerin İnsan Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi uygulanacaktır.
Sözleşmede yapılan engellilik tanımı oldukça geniş ve kapsayıcıdır. Sözleşmenin engellilik tanımı şöyledir: “Engelli kişiler, diğerleri yanında, çeşitli engellerle etkileşerek kişinin diğerleriyle eşit bir şekilde topluma tam ve etkili şekilde katılmasını engelleyen uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal sakatlığı olan kişileri de kapsar.” Görüldüğü gibi, bu tanımla engellilik bakımından, hem kişinin kendi niteliklerine hem de hayata tam katılımını olumsuz etkileyen diğer unsurlara gönderme yapılmıştır. Sözleşme ile koruma altına alınan hak ve özgürlükleri özetle sıralayacak olursak: Yaşam hakkı, risk durumlarında ve insani bakımdan acil durumlar, yasa önünde eşit tanınma, adalete erişim, kişi özgürlüğü ve güvenliği, işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz kalmama, sömürü şiddet veya istismara maruz kalmama, kişi bütünlüğünün korunması, seyahat özgürlüğü ve uyrukluk, bağımsız yaşayabilme ve topluma dâhil olma, kişisel hareketlilik, düşünce ve ifade özgürlüğü ile bilgiye erişim, özel hayata saygı, hane ve aile hayatına saygı, eğitim, sağlık, habilitasyon ve rehabilitasyon, çalışma ve istihdam, yeterli yaşam standardı ve sosyal koruma, siyasal, toplumsal ve kültürel yaşama katılım, dinlenme, boş zaman aktiviteleri ve spor faaliyetlerine katılım. Görüldüğü gibi, hayatın her alanındaki akla gelebilecek her faaliyet, sözleşme kapsamında düzenlenmiştir.
Engelli Kadınların Hakları
Sözleşmenin önemli bir özelliği de, bugüne kadar engelli kadınlardan açıkça bahseden ilk uluslararası metin olmasıdır. Sözleşmede engelli kadınların ve kız çocuklarının, engelli nüfus içerisinde daha dezavantajlı bir konumda olduğu ifade edilmiştir. Sözgelimi, giriş paragrafında engelli kadın ve kız çocuklarının ev içinde ve dışında şiddete uğramaya, yaralanmaya veya istismara, ihmale, ihmalkâr muameleye, kötü muameleye karşı daha çok risk altında olduğunun altı çizilmiştir. Sözleşmenin 3. maddesinde kadın ve erkek eşitliğine vurgu yapıldıktan sonra, 6. Maddesinde de sadece engelli kadınlara yönelik bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre taraf devletlerin, engelli kadınların ve kız çocuklarının uğradıkları çok yönlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve insan hak ve özgürlüklerinden eşit yararlanmaları bakımından, almaları gereken tedbirler düzenlenmiştir. Kapsam bakımından burada sözleşmenin diğer maddelerinin engelli kadınlarla ilgili yorumunu yapma olanağı bulunmadığından, sadece her hak bakımından vazgeçilmez bir ilke olan erişilebilirlik kavramına vurgu yapmakla yetinilecektir.
Erişilebilirlik İlkesi
Erişilebilirlik, her hak ve her hakka ulaşmak bakımından vazgeçilmez bir ilkedir.
Erişilebilirliğin engelliler bakımından en kısa tanımı: Engelli bireylerin bağımsız yaşayabilmelerini ve yaşamın tüm alanlarına tam ve etkin katılımını sağlamak ve engelli bireylerin, engelli olmayan bireylerle eşit koşullarda fiziki çevreye, ulaşıma, bilgi ve iletişim teknolojileri ve sistemleri dâhil olacak şekilde, bilgi ve iletişim olanaklarına, hem kırsal ve hem de kentsel alanlarda halka açık diğer tesislere ve hizmetlere, evrensel tasarım ilkesiyle erişiminin sağlanmasıdır.
Ülkemizde Durum
Ülkemizde engellilerin erişilebilirliği hakkında yasal ve idari düzenlemeler yapılmışsa da gelinen son durumda, engellilerin erişilebilirliği halen önemli bir sorun olarak durmaktadır. Sözgelimi, Türk Standartları Enstitüsü engellilerin erişilebilirliği hakkında bazı çalışmalar yapmış olsa da standartlar tüm yapıları kapsamamaktadır. Örneğin, 9111 sayılı standart, sadece yapıları kapsamakta, alt ve üst yapıları kapsamamaktadır. Günümüzde erişilebilirliğin her birey için bir hak olduğu açıktır ve yapılan düzenlemelerin, farklı gereksinimleri bulunan her insan bakımından öngörülmesi anlamına gelen evrensel tasarım anlayışı da hizmetlerin sunulmasında ve tasarlanmasında vazgeçilmez bir ilkedir.
Başka bir anlatımla görme, işitme, ortopedik engelliler ve diğer dezavantajlı bireyler için yapılacak her düzenleme, aslında tüm insanlık için yapılmış sayılmaktadır. Örneğin, geçici sakatlıklar yaşayan ya da bebek arabasıyla hareket eden bir bireyin ihtiyaç duyacağı düzenlemeler ile engelli bireylerin ihtiyaç duyacağı düzenlemelerde, zaman zaman paralellik bulunmaktadır. Bu bakımdan hangi standartta hangi hükümlerin yer aldığı ve hangi tür engel gruplarının ne gibi düzenlemelere ihtiyaç duyabileceğini araştırmak, birçok disiplinin bir araya gelerek müşterek olarak ortaya koyacağı insan odaklı çalışmalarla belirlenebilir.
İnsan haklarına saygı göstermek, onları korumak ve yerine getirmek, devletlerin, insan hakları ile ilgili bütün uluslar arası sözleşmelerde en başta yükümlülüklerindendir. Sözgelimi, şiddet gören bir engelli kadının, gerekli erişimin sağlanmaması durumunda kadın sığınma evine yerleşemeyeceği açıktır. Engellilerin en temel insan haklarına erişimi sağlanmadan, başta anayasamızda ve diğer kanunlarda belirtilen eşitlikten söz etmek olanaklı olmayacaktır. Bu anlamda, karar alma sürecine yön veren aktörlerin, çağdaş insan hakları ilkeleri ışığında yasal düzenlemeleri yeniden yorumlamaları ve bu düzenlemelerin hayata geçirilmesinde ve uygulanmasında her türlü ayrımcılığa karşı mücadele konusunda kararlı bir tutum içerisinde politikalar üretmeleri gerekmektedir.
Kaynakça:
ARSLAN, Yekbun Geylani: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Bağlamında Ayrımcılık Yasağı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006.
CHOUDHRY, Sujit: Distribution VS. Recognition: The Case Of Anti-Discrimination Laws,Mc CRUDDEN, Christopher, Anti- Discrimination Law, Dartmouth Publishing Company, s. 516/112.
DEMİR, Ahmet: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Türk Hu-kukunda Ayrımcılık Yasağı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2007.
FREDMAN, Sandra: Discrimination Law, Oxford University Press, 2002.
GÜL, İdil Işıl: Fiziksel Engellilerin Uluslar arası Hukukta Korunması ve Uluslar arası Standartların İç Hukuka Yansıması, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006.
GÜL, İdil Işıl ve KARAN, Ulaş: Ayrımcılık Yasağı Eğitim Rehberi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, Şubat 2011.
KARAN, Ulaş: Avrupa Birliği Ülkelerinde Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik Kurumları, Mattek Matbaacılık, Kasım 2009.
KORKUT, Levent: Ayrımcılık Karşıtı Hukuk, Cantekin Matbaası, Adres Yayınları, Ankara Şubat 2009.
TANAY, Gizem: Ayrımcılık Suçu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010.
YENİDÜNYA, Ahmet Caner: “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Ayırımcı¬lık Suçu”, Çalışma ve Toplum, Ekonomi ve Hukuk Dergisi, Sayı:4, 2006.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!